Çürüme

 Zaman bir nokta ya da kâğıda batırılmış kalemin çektiği kesintisiz bir çizgi değil. Zaman bir ‘an’ değil. Zaman bütün anların, yaşanmışlıkların toplamı. Gören göz zamana bakıyor elma ağacına bakarken. Çürümek de zamanın içinde, biliyor. Çürüyor ‘aynızamanlıkta.’

An geliyor insanın özüne bütün zaman sığabiliyor ama insana, özüne evren dar geliyor. Bütün bir zamanın, noktasız, çizgisiz tüm ‘şeylerin bütünü’ olarak zamanın sorumluluğunu omuzlarında taşıdığı hissiyle çöken öz bir suçlu aramaya koyuluyor. Yaşama tutunabilmek için dışındaki evreni suçluyor suçluyor suçluyor. Sonunda kendi içine gömülüyor ölen bir yıldız gibi. Boşluğun içinde daha derin bir boşluk oluyor. Boşluğu deliyor, yavaş yavaş deliriyor. Delirdikçe bütün bunların farkına varıyor.

Farkına varıyor ki iç içe evrenlerden başka bir hakikat yoktur. Zaman, evrenlerin kenarında durmakta ve kaydetmektedir olan ya da öleni. Bizim için kayıp olan, zamanın ruhu için kayıttır. Kayıt anında yani kayıp anında, kısacık bir anda ve yalnızca kaybolan için durur zaman, kaybeden için değil. İşte bu yüzden kaybeden, gerçekte zamanı bütünlüğü içinde içine, özüne toplar; tıpkı bütün nesneler evreninin yasasına uyarak ölmeye doğan bir yıldız gibi. Böylece güçlenir. Ölüm anında yeniden doğar ya da bir diğer deyişle ‘yokölür.’