baston


,,,

Onu, Şayeste’yi ilk gördüğü günü anımsamayı o da isterdi...

Bastonu anımsıyor oysa,,,

İnsanlar sevdikleri insanları ilk gördükleri, onlarla ilk kez göz göze geldikleri, öpüştükleri belki seviştikleri zamanı anımsarlar; ‘normal insanlar.’ Aklı karışık; belki de böylesi doğal olanıdır. Belki kendisi bir hilkat garibesidir hakikaten. Belki de bazıları ‘normal’ doğar, bazları... Aynı sokaklarda yürüseler de, aynı havayı solusalar da, bakıp gördükleri kırmızı aynı kırmızıyken bile belki başkadır göklerinin rengi, yüzü... Oysa Peyker, Şayeste’yi ilk gördüğü günü ayırt edemiyor diğer günlerden; sanki hep onunla beraber vardılar; tek başlarına bir varlıkları yoktu adeta onların. Mor Ev’de beraber büyüdüler, arka bahçede beraber oyunlar oynadılar, birlikte uyudular hep. Onu ilk gördüğü anı değil, ilk kez ayrı uyudukları geceyi anımsıyor oysa. Bu tuhaf mı acaba, onu bilmiyor.

Belki henüz 15 yaşına basmış bir kız çocuğunun gebe kalması tuhaftır, eğer bu çocuk bir kerhanede doğmuşsa, o kerhaneden başka bir dünyası olmamışsa ve her gün ‘müstesna şahsiyetlere’ veriyorsa...
‘’İçmiyon mu lan hapları? İçmiyon mu lan kaltak?!’’

‘’Kimden ulan bu piç şimdi? Ben mi vericem lan müşterilere seni istedikleri zaman?’’

‘’Ben vericem, tamam!’’ diyerek havaya kaldırdığı koluyla Şayeste’nin arasına girmişti. Kol indi, leylak rengi gömleğin yakaları düzeltildi, omuzları silkelendi.

‘’Senden mi lan yoksa bu piç?’’

‘’...’’

Çaça Pakize yılan başlı, çelik dipli bastonunu yere vurup; tak! ‘’Bırak,’’ dedi Kuru Hasan’a, ‘’madem laçolar gibi sikmeyi öğrenmiş, gacolar gibi siktirmeyi de öğrenecek! Bundan sonra Şayeste’nin müşterisine de o bakacak.’’ Böcek gözlerini gözlerine mıhlayıp noktayı koydu; tak! ‘’Yatır masaya!’’ Üç adım saydı Peyker tersten: Üç, iki, bir. Çelik soğuktu, baston kalın: ‘’Aah!’’

‘’Ah değil kızibne, oh! De bakayım?’’

‘’Oh!’’

‘’Cennet!’’ diye haykırdı, ‘’bu senin taleben gayrı; sırf bir ohlamasıyla imandan çıkaracak duyanı; üç gün mühlet sana!’’ Çelik soğuk, çelik baston,, kalın soğuk çelik baston,,,

Çocuk doğdu.

‘’Gözünüz aydın! Erkek,’’ diye bağırdı sevinç içinde kapıya çıkıp kanlı elleriyle Ebe Zebella Mualla.

‘’Sen karışma o işe, ona ben karar veririm,’’ derken kikirdemeye başlamıtı bile Çaça Pakize. Dizlerine yatırdığı memeleri titriyordu. İkisini birden avuçladı bastonunu bacakları arasında sıkıştırdıktan sonra: ‘’Biz bu memelerden az civan emzirmedik!’’

‘’Adını ne koyacaksın?’’ diye sordu Zebella Mualla, Peyker’e bakarak.

‘’Ona mı düşermiş isim babalığı fıstığım!’’ diyerek Kuru Hasan, aborda etmek üzereyken Mualla’ya, Mualla şık bir kalça figürüyle onu hedeften saptırıp: ‘’Ulen hossik!’’ dedi ensesinden kavrayıp sol eliyle sıkıca, ‘’güneşe karşı işemeye kalkma, ebelik etmeye geldim buraya; fotokopini almayayım...’’

Çaça Pakize yılan başlı, çelik dipli bastonunu yere vurup; tak! ‘’Bırak,’’ dedi Kuru Hasan’a, ‘’madem çocuğu koymuş adını da koysun, tepeli olsun!’’

‘’... olsun adı,'' derken içi ürperdi; tak! ''Oldu da bitti maşallah!''

Janset Karavin
5 haziran 2011 pazar
dur'aŞk∞samA'dan bir pasaj

kaza süsü


sevgilim,
pijamalı burjuvazinin bıyık ölümü gerçekleşti cebren
işbu halde sen,
gazete manşetlerinde bile bana muhakkak kaza süsü vermelisin
ki iki saksıya ekili 'bir' tavşan, kuyruğundan mor çiçek açarsa bu bahar
üzülmemelisin devlete rağmen
ilelebet var olacak duvarlar, ben değilsem de güzel kadınlar, sokaklar ve Denizler
bilmelisin;
annelere kızları mütemadiyen kenar oyası el emeği, göz nuru tığ işi memleketindesin
feilla alengirli mezuniyetlerde bile olsa taammüden kızlıktan istifa etmeyi de bilmelisin
ve gene sen, bir şey yapmalısın, gene bana; Nietzsche'nin bıyığı aşkına
ve gene bana, muhakkak kaza süsü vermeli başöğretmen tebeşir elinde o esna

Janset Karavin
18 martcumaikibinonbir
Kumbaracı