Düşkoşusu


Bizler, birbirimize gördüğümüz düşleri anlatıp bunların tıpatıp aynı olduklarını düşleyerek çetrefil bir yola düşmüş, pabuçları büyümüşse de hakikatte hep çocuk kalmış ve dolayısıyla ‘çocuk kalpli bir devrim’ yapmaya kalkışmış düşperestlerdik. Bir ‘Düşülke’ hayaliydi kurduğumuz hep beraber. Her birimizin ‘Düşülkesi’ bir diğerinden, bir parçacık olsun başkaydı ama olsundu, zaten ‘başka türlü bir şey’ değil miydi bizim istediğimiz?   



Düşlerimiz sisteme bulaşık zihinlerce el sürülmemiş, olabildiğince saf ve bir o kadar da başkaldıran, kendi isteğimiz dışında geldiğimiz, içine itildiğimiz ve çirkinlikleriyle yüzleşerek tiksindiğimiz insanlığın sığ düşleminde kapatılamayacak, kordan bir delik açacak kadar yakıcı, yıkıcı ve sırf bu yıkım nedeniyle yepyeni, büyük bir ‘yeni insanlık’ yaratacağından adımız gibi emin olduğumuz düşlerdi; düş değildi onlar, insanlığın içine sürüklendiği bu bitimsiz ‘kör uykusundan’ uyandırıldığı hakikatin kendisiydi!


Gelgelelim yol uzundu, başlangıçta da dile getirdiğim gibi çetrefildi; kimilerimiz yorulduk ve iyi niyetle, biraz soluklandıktan sonra yola devam edecekken gözüne ışık tutulmuş tavşanlar gibi kalakaldık, olduğumuz yere mıhlanarak avlandık kapitalistlerce. Şüphesiz çağın zaferden zafere koşan fatihi kapitalizmdi; biliyorduk değerli madenlerden, taşlardan, göz alıcı parlaklıkla kuşandığı zırhına rağmen elimizde sadece ortak bir düşle ona saldırmak cesaretten ziyade aptallık olarak nitelenebilirdi. “Olsun,” dedik, “denedin, yenildin, gene dene, gene yenil; daha iyi yenil!”

Bu bir hezimetin ardından yağlı urganın düş boğan iç sıkıntısıyla karalanmış bir veda mektubu değil, bir kere daha, daha da iyi yenilmeye niyetli bir avuç anarşistin savaş narası! 

Ne yazık öğrendik; yollar bir yerlere gitmek için değil de yolculuk etmek içinmiş ve öğrenebilmek için ne de çok acı çektik, baharda çiçeklenmişken budanan ağaçlar misali acımasızca kırıldı çıkarsızca güvenmelerimiz; işte bu yüzden, çoktan ‘kör uykusuna’ dalanlara seslenmeye kalkışacak kadar çocuk değiliz artık. Gidenler, yorulanlar ve dönenlere haykırışımız: Biz, geride bıraktığınız yanılsamasıyla zihinciklerinizi oyalayıp iç seslerinizi susturduklarınız, artık daha azız fakat öfkeli değil düş doluyuz, artık her birimiz birer ‘düşdokuyucuyuz,’ yorulmadık ve o muhteşem zırhın öyle parlayabilmesine sebep olanın yapıldığı değerli madenler ya da üzerine hakkedilmiş taşlar değil, güneş olduğunu, güneşin her defasında yorulmak bilmeden umuda doğduğunu biliyoruz ve korkmuyoruz, yol idam sehpasına da ‘Düşülkeye’ de varsa yolculuğa devam ediyoruz! Güneşe gidiyoruz, “akın var, güneşe akın, güneşin zaptı yakın!”

Janset Karavin